Sizin Kelimeleriniz Nasıl Dans Ediyor?

muzikSusması gereken yerde kahkaha krizine girer, konuşması gereken yerde beyin süzgecinden süzülmeden fırlar piste ve hiç kimseye yer yoktur artık o sahnede. Ağzından çıkanı kulağın duyuyor mu derler ya, evet ağzından çıkanı kulağı gayet net duyar ama tüm mesele sırtına türlü türlü anlam yüklenmiş kelimelerin idrak mertebesine uğramadan yola çıkmış olmalarıdır. …

İdrak istasyonununda mola vermeden kendini piste atan kelimeler, ah o anlam yüklü, insanı insan yapan, hayvandan bizi ayıran konuşma özelliğimiz, sahnede binbir değişik kombinasyonla dizilebilirler. Dizildikleri kombinasyona göre de çıktıkları mahalin durumunu ifade ederler. Çoğunlukla iç güdülerin ifadesi olarak fırlar muhatabına. İdrak yolları enfeksiyonu geçiriyor gibidir. Dinlemesini bilmez, söyleneni anlamaz, hayatı okuyamaz, hala itiraz eder, debelenip durur, sanki anlar, bilir ve idrak eder gibi. Durmadan konuşur, halden hale girer ama kâl dilinden hal diline bir türlü geçemez.

Bazılarında ise farkındalıkla çok zengin bir kombinasyonla süzülüp çıkarlar. Bunlar yaşadıkları derinliği, zenginliği ve farkındalığı kelimelere dökenlerdir, diğerleri gibi boş cümle tekrarı, zihin gürültüleriyle anlam yakalama gayretine düşenler gibi değildir. Çok ender olarak ise, kulaksız ve dilsiz, yani henüz kelimeye bürünmemiş, cümlelere indirgenmemiş bir iletişim tarzında yaşayanlar da yok değildir. Bizim henüz sentakslı bir iletişimi bile beceremeyişimiz göz önüne alınırsa, onların bu iletişimini algılamak henüz pek mümkün de değildir.

Bazı kelimeler halay çekmek için yaratılmıştır, dizilirler yan yana ve sahnede tozu dumana katarak eğlendirir dinleyenlerini. Kurulmuş oyuncaklar gibi tüm sohbetleri sadece tozu nasıl dumana kattıklarıdır, bu sığlıktan bir türlü sıkılmazlarda, çünkü sadece bu program yüklüdür, o yüzden başka beceri ve derinlikleri yoktur.

Kimileri ise sadece eleştiri, yerme, yargılama cümleleri kurar, sanki kelimeleri farklı bir kombinasyonla dizebilme becerileri yok gibidir. Seyircilerini bu tek düzelikle sıktıklarını bile fark etmezler, fark edecek bir konfigürasyonları yoktur çünkü.

Bazıları ise ilkel kabilelerin tamtam dansı kadar kaba ve zarafetten yoksun bir kombinasyon içinde kırar döker, acıtır dinleyenlerini. Cins cinsine çeker, gelişmiş bir hayvan da sadece kendi cinsi ile bir kombinasyonda bulunabilir. Ne mutlu hayvanını ıslah eden veya bu yolda en azından çaba sarfedecek kadar farkındalığı açılmış olan bilinçlere.

Tutkulu bir aşk ve asiliğin verdiği hırçınlık ile paramparça olmuş hayallerin sahnedeki tangosu, mest eder bu zarafet ve tutku işitenlerini.

Bazı cümleler ise gerçek anlamlarını taşımazlar, o zavallı kelimelerin sırtına yüklenen sahte anlamlar, en ağır yüklerdendir. Vicdanı derinlerden seslenir durur, “ağzından çıkanları kalbin duyuyor …”, diye. Bu seslenişe kulak tıkasan bile, dilsiz konuşan, kulaksız duyanın, gözsüz görenin bunu bilmeyeceğini mi sanırsın!

Kimileride kıvraktır, kendisindeki ‘kıymeti’ bulamamışlardan çıkar daha çok bunlar ve başkalarındaki ‘önem’ lilere yamanmakla geçirirler hayatlarını. Bir duruş sergileyemezler, hafi çıkarlarının farkında bile değildirler ki, başka önem’lilere yamanmak için debelenip enerji sarfiyatına girdiklerini farketsinler.

Türlü türlüdür kelimelerin dansı ve her çeşitlilik çıktığı yerin halini aktarır dinleyenlerine. Evet “dinleyenlere”. Çünkü sadece gerçek dinleyenlere ulaşır bu anlam taşıyan cümlelerin her bir parçası. Aslında yine, kendisi dinlemektedir kendisini. Edeb ve adab diyarına henüz adımını atmamış ve karşılaştığı muhatabın gerçekte kim olduğunu görmeyenler için “dinlemek” kelimesi o kadar yabancıdır ki, arasıra diyarlarına uğrayan turistlerden duymuşlardır bu sözü ama ne anlama geldiğini hiç yaşamamışlardır. Gerçekten “dinleyen” ve her yönden seslenişi duyan o kadar azdır ki.

Avam sadece karşıdan gelen sesleri duyar, çünkü hummalı bir çaba içindedir, tüm derdi kendi zihin gürültüsünü karşıya aktarmak ve kabul ettirmektir. Karşısındakini duymak istemez bile, buna sabrı da yoktur, makinalı tüfek gibi durmadan konuşur. Sanki kelimelerin girdabında boğuluyormuş gibi savaş içindedir. Karşısındakinin gerçeğini göremediği için anlamaya ihtiyacı da yoktur, kafasında kurguladığı zanları, varsayımları veya kendi fikirlerini kabul ettirme savaşı vermektedir, zihni bir türlü susmak bilmez, en kötüsü de kendi durumunun farkında olmayışıdır. Sanki kelime kanserine yakalanmış gibi gittikçe büyür ve çoğalır ağzından çıkan tüm cümleler. Halbuki birisini anlamak, kendini onun yerine koyabilmek, o an onun dünyasını idrak edebilmek ve kendini zenginleştirmek demektir. Edeb ve adab bilenler ise karşı tarafı dinler, aktardığı mesajı anlamaya çalışır, jest ve mimiğini dikkate alır, vücut dilini iyi okur ve duruma göre pozisyon alır.

Daha rafine olmuş bilinçler ise, yani ötekisi kalmayanın karşındakini anlaması ise “kendinde” onu bulabilmesi demektir. Ne yana dönse hitap ve seslenişi duyan, “yan“ ve “yön” gibi kavramların izafiyetinden kurtulmuş olanlar ise iletişimde hala ilkel iletişim aracı olan kelime ve sese mi ihtiyaç duyarlar sanıyorsun?! Karşısında O’nda gayrı birisi mi vardır ki, kelimelere anlamlar yükleyip, ses vagonuna oturtup karşısındakine göndersin!

Bunlar, ancak ve ancak kulakları olupta duymayan, gözleri olupta görmeyenlere hitabı duyurabilmek için, hakikatı kelimeye bürürler. Böylece kelimeler de dirilir ve diri olanın iki satırı okuyan ve dinleyende can bulur. Yaşayandan dökülen kelimeler iliklerine kadar hissettirir kendini. Çünkü öz’e hizmet eden kelimeler de canlanmıştır!

Soluk alan cesetlerin bilgi dolu sözleri de kendileri gibi ruhsuz bir sentaks. Yaşanmıyorsa, sürekli bişeyler deme çabası, cansız kelime yığınını, yığma çabası niye?

Türlü türlüdür kelimelerin dansı, sonsuz varyasyonla koreografiler hazırlar ve çeşitli hazlar yaşatır dinleyebilen ve seyredebilenlere…

Nükhet Kalmuk

12.06.2016

Paylaş

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Yorum gönderebilmek için puzzle parçasını doğru yere kaydırmalısınız.